top of page

 

ilke Veral Coşkuner

http://blog.milliyet.com.tr/ilkecoskuner 

02 Aralık '0

http://blog.milliyet.com.tr/hesaplasma/Blog/?BlogNo=147909

+Ilke coşkuner 

Hesaplaşma

 

fotoğraf: selda salman acar

ve zaman artık yoktu
bir ağacın yaprağındaki damardı
yürüyüp geldiğimiz bunca yol
bir ağacın yaprağına
sığıyordu aslında kocamış evren
göremedikleri işte buydu
çatlarken koza
nazenin, uçup giderken kelebek

zaman, bir ağaçtı yaşlanan
titredikçe yeşil hatıralar döken
kurumuş dallarından…

Tuğrul Keskin

 

Öylece ıssız bir kırlıkta yürürken, derin bir iç çekişle aldığınız nefesinizden içeri dolan havayla birlikte, kuş cıvıltılarının, toprak kokusunun, güneş sıcaklığının ve çiçek renklerinin de beraberinde bedeninize dolduğunu hissettiniz mi hiç? İşte öyle zamanlarda duyumsarız ki, bir ağacın yaprağına bile sığabilen, evrendeki ince damarlar kadardır sadece bizim yürüdüğümüz yol. Tüm kaygı ve hırslarımızla öyle aciz ve öyle ufalmışızdır ki, o noktada eğer izin verirsek, bunu da doğa bize hatırlatır;

Ey insan, doğal yeteneğin olan düşünme özelliğinle şansını fazla zorlama, beni inkâr etme… Ürettiğin silahları bana doğrultma ki sen de benim bir parçam olarak katline maruz kalma…

Bu sesi duyan çağımız insanın kendiyle hesaplaşması giderek yoğunlaşmakta. Bunu son dönem sanat ürünlerinde net biçimde gözlemlemekteyiz. Çağdaş sanat üreticilerini, birey-doğa ilişkisi çok ilgilendirmekte ve yapıtlarına da bunu sıklıkla yansıtmaktadırlar…

Bakınız, Selda Salman da “Hesaplaşma” adlı serisi için şöyle demiş;

"… Son dönem çalışmalarım olan “Hesaplaşma” serisi, insanın doğanın bir parçası olma çabasını, özlemini, artık bu ihtimalin iyice uzaklaştığını gördükçe yaşadığı iç hesaplaşmayı, karamsarlığı ve yalnızlığı anlatmaktadır.

Geçmişini tam olarak bilemeyen, tüm teknolojik gelişmelere rağmen yaradılışı dahi bilimsel olarak açıklayamayan insanoğlunun, doğa içerisinde geçirdiği evrime, geldiği noktaya bir eleştiridir “Hesaplaşma” . Kullandıkları aygıtlar geliştikçe, diğer canlı türlerini yok eden, doğayı istediği gibi değiştiren insanlığa yöneltilen bir soru işaretidir aynı zamanda.

Hesaplaşma kavramını simetrik gibi görünen ancak bireylerin tavırlarından dolayı asimetri yaratan bir ortamla işledim. Kendi içine kapanan ve bu sorgulama sürecini yaşayan birey, bir aydınlanmanın ardından yalnızlığın boşluğunda kendini bulmuştur… "

Bu serisindeki çalışmalarına baktığımızda ağaç yapraklarıyla bütünleşen figürlerin estetik sunumuna tanık oluyoruz. Bireyin kendi hesaplaşmasını yaparken, doğadaki dönüşümden öykünmeyle gerçekleştirdiği girift duruşu, bize ayin halinde olan insanı çağrıştırıyor. Yücelttiği ise sonunda içine karışacağı doğadır.

Durağan halde olan yeşil yapraklardaki simetriye karşın, o simetriyi bozanının insan olması, izleyiciyi, parçası olduğu doğaya aykırılığını sorgulatmak üzere kurgulanmıştır.

Serideki başka bir fotoğrafında ise, model, yarı bedenini, ardından eteklerini tamamlayan kurumuş bir sonbahar yaprağı ve onu havalandıran rüzgârla birlikte yerden yükselmektedir. Burada ise ancak, gerçek bir bütünleşmeyle yükselebilecek, aydınlanacak olan insanı, başına denk gelen güneşin doğduğu anı kullanmasından hissedebiliyoruz.

Günümüz insanının doğa üzerindeki kıyımı ve kendisiyle hesaplaşması aynı zaman içinde olagelirken, bazı sanatçılar da bizleri, hangi tarafta yer alacağımız konusunda düşünmeye davet eden ürünler ve sorgulamalarla buluşturuyor. Peki, öyleyse siz hangi tarafta duruyorsunuz?

 

 


 

Kenti sorgulayan fotoğraflar

 Taraf gazetesi /HÜLYA KÜPÇÜOĞLU - 07.04.2008
+hulya kupcuoglu

http://www.taraf.com.tr/haber-kenti-sorgulayan-fotograflar-4723/

Selda Salman Acar’ın Sorgulamalar sergisi 18 nisan tarihine kadar Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Sanat Galerisi’nde görülebilir 

  

Selda Salman Acar, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Sanat Galerisi’nde açtığı Sorgulamalar adını taşıyan fotoğraf sergisinde temalar, doğaya karşı kentleşme ve sorgulamalar adlı üç farklı seriden işlerini sergiliyor. Kendi fantastik dünyasını kuran sanatçı sanatı, içten gelen ve fışkıran bir su gibi tanımlıyor... Sergi 18 nisana kadar sanatseverleri ağırlayacak. 

Serginin genel havasında belki sorgulamalardan kaynaklanan bir hüzün ve belki belli noktalarda karamsarlık var gibi hissettim...

Serginin adı Sorgulama. Son çalışmalarım bir iç hesaplaşmayı ifade ediyor. Tespitleriniz doğru, bir karamsarlık var fotoğraflarımda. Bireyin kendi içinde sıkışmışlığının karamsarlığı, teknolojinin insan yaşamını getirdiği noktaya duyulan hüzün, bir tepki, doğadan gittikçe uzaklaşmamız, onu yok etmemiz, o canlı dokusunu yok etmemizin getirdiği hüzün ve geleceğe yönelik böyle devam etmeli mi şeklinde bir sorgulamada var aslında. Benim de çok ilgimi çeken edebiyattaki ütopyalar, aslında geleceği yazıyor olsa da o günün koşularını eleştirirler. Benim de sürrealist yaklaşımla yapıldığı için zamansız gibi görünen fotoğraflarım tamamıyla günümüzün bir eleştirisidir. 

Son dönem işleriniz doğa ve kent kökenli. İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşayan biri olarak bu temalara yönelim nasıl gelişti?

Metropollerin yani medeniyetin yapısıyla Anadolu’nun bakir kalmış yerlerin yapısı çok ayrı. Biz en azından yaz gelince iki dünyayı da yaşayabiliyoruz. Ve sonra kente, binaların arasına dönüyoruz. Bu ülkemizle ilgili değil sadece. Ben New York’ta kaldım bir ay kadar. Orası çok etkiledi beni. Gün ışığını görmeniz için binaları aşmanız lazım orada. Binalar kente bir gölge yaymış ve onu aşmak için koşuyorsunuz ve yapay bir parka geliyorsunuz. Orada güneşi ve yeşili görüyorsunuz. Medeniyet ve öykünülen durum bu ise 100 yıl sonraki kent yapımız bu olacak demektir ne yazık ki...

Yani burada tepkisel bir şey var...

İnsan nüfusu artıyor dolayısıyla ihtiyaçları da artıyor. Onların ihtiyaçları doğrultusunda o ihtiyaçlar belirleniyor. Ama o gidişatta, insanın o binalara hapis olması anlamına geliyor. Aslında modern hapishane kentler... Gidiyoruz çok katlı binalar içinde akşama kadar gün ışığı almadan zaman geçiyoruz. Akşam da trafikle karşılaşıyoruz ve eve gidiyoruz. Doğa bu değil ve insan doğası da bu değil. Bu yüzden insanda da farklı rahatsızlıklar çıkıyor. Ve biz doğaya karşı bir şeyler yapıyoruz. Ama doğa mükemmel, ona öykünüyor ve o yok oluşa üzülüyorum. Sonuçta dünyanın örgüsünü bozuyoruz. Benim sorguladığım bunlar.

Doğa ve kent bir noktada birleşecekse nasıl bir birleşimi olmalı bu sizce?

Daha planlı yapılabilir her şey. Mesela İstanbul’un yakınında Dilovası var. Ben oradan her geçişte “Bu insanlar burada nasıl yaşıyorlar” diyorum. Büyük, modern tesisli kimyasal atıklı fabrikaların arasında bir yerleşim yeri orası ve Dilovası’nda kanser oranı dünya ortalamasının üç katı imiş. İnsanlar ölüyor ve bu böyle olmak zorunda değil. Tesisleri ayrı bir yerde yaparsın ya da atıkları ayrı bir şekilde doğaya zarar vermeden aktarırsın. Bir resim vardı çok dikkatimi çekmişti. Tabloya domates ve başka bitkileri koymuşlardı ve altına da “orijinal” yazmışlardı. Orijinal kalmadı artık. Garip bir kaosa doğru gidiyoruz aslında. Toplum olarak çok ciddi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Dönüşüyoruz... Plansız bir şekilde ve ben en azından bunların yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. İnsan hayatını bu kadar tehdit eder bir şekilde olmamalı.

Fotoğraflarınızdaki zaman kavramınızda geçmişle bugünü birleştirmeye çalışır bir durum söz konusu. Zamana bakışınız nasıl?

Fotoğraflarımda zamanı ve tarihi sorguluyorum. Siyaset bilime ve tarihe meraklı olmam da bunu getirdi sanırım. Esasında teknoloji ve bilim olarak geliştiğimizi düşünüyoruz. Ama aslında tam olarak nereden geldiğimizi bilmeyecek kadar gelişmemişiz. Okudukça, dünya tarihinin de yazan medeniyete göre değiştiğini düşünüyorum... Çok az şey biliyoruz tarihe dair. Dolayısıyla günümüzün de geleceğe nasıl kalacağını bilmiyoruz. Medeniyetimizden geriye neler kalacak? Bu göreceliliği fotoğraflarımda yansıtmaya çalışıyorum. 

Sonuçta fotoğraflarınızın geneline baktığımızda tüm bu kavramlar ve temalar bağlamında fotoğraf çektiğiniz görünüyor ama aslında orada bir kurgu da söz konusu...

Bu kurgu tüm bu düşüncelerin sonucu. Fotoğrafın birçok kullanım alanı var. An fotoğrafının, belge fotoğrafının yeri başka, kurgusal fotoğrafın yeri başka. Tüm bu düşünceleri ifade etmek istediğim için, belirli estetik kaygılarla düşüncelerimi yansıtmaya çalışıyorum. Bu sadece bilgisayar ortamında olan bir şey değil. Bütün fotoğraflar bana ait ve ben onlar üzerinde bilgisayarda bir tasarım yapıyorum. Bu aslında fotoğrafın tarihinden beri yapılan bir şey. Fotoğrafın bulunuşundan beri belirli fotoğrafçılar olayın deneysel boyutuna girmişlerdir zaten. Gerek karanlık oda gerekse fotoğrafı çekerken yaptıkları müdahalelerle biz de ressamlar gibi sanatçıyız kavramını vurgulamak için 1800’lü yılların sonundan itibaren hep vardı. Daha önce karanlık odada bunu yaparken şimdi bilgisayar ortamında hazırlıyorum.

Sergideki fotoğrafların hem görsel hem de düşünsel boyutu geniş. Ama en ilgimi çeken de kadın bedeniyle doğayı birleştirdiğiniz fotoğraflardı.

Onlar son dönem çalışmalarım. Bunlar doğayı giyinmek diye başladı ama bir hesaplaşma da vardı. Aslında insan doğada erimek ve onun bir parçası olmak istiyor. Bu süreç yapraklarla bütünleşti. O fotoğraflar moda konusunda yaptığım bir çalışma idi. Esasında orada kıyafet yok ve kıyafet yokken modayı yorumlamak ayrı bir şey. 

Her ne kadar kamuoyu ve sanatçılar bilmese de birçok yarışmada ödüller almış bir sanatçısınız.
Bu konuda hoş bir ironi var aslında. Amerika’da en büyük ödüllerden biri olarak lanse ediliyor dünya fotoğraf ödülleri. International Photo Awards’da 12 fotoğraf ile 13 dalda ödül aldım. Çok kişisel bir gayret ama ülkeni temsil ediyorsun. Bu arada diğer ülkelerin de önyargılarını kırdığını görüyorsun. Yarışmalar sanatçının kendisini sunması için güzel fırsatlar. Yurt içindeki ödüllerin yanı sıra geçen yıl yine Avusturya’da düzenlenen bir yarışmada ödül aldım. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) bir yarışmasında Dünya üçüncülüğüm var ve tüm Avrupa’da çeşitli dillerde yayınlanan bir foruma kapak oldu. Bazı ödüllü fotoğraflarım sergide görülebilir. 

 

Kontrast Dergisi-2010
 

“Fotoğrafta yaratıcılıktan nasıl söz edilebilir, yaratıcılık ve fotoğrafın birbirine en yakın olduğu an, üretim sürecinin hangi aşamasında ortaya çıkar?” diye sorduğumuz Selda Salman Acar, “Yaratma dürtüsü, sanatın temelinde var. Çeşitli yollarla, olmayan bir şeyi meydana getiriyorsunuz. Fotoğraf da o yollardan birisi ve her aşamasında yaratıcılık söz konusu olabilir. İmgenin zihninizde oluştuğu ilk andan sunum aşamasına kadar her aşamasında yorumunuzu katabilirsiniz. Fotoğraf çekerken yaptığınız kadraj tercihinden sunumda kullandığınız kâğıdın dokusuna kadar her aşaması sizin yaratıcılığınıza, tercihlerinize bağlı. Zaten güzel olan yanı da, insanı özgür hissettiren tarafı da bu...” diyor ve ekliyor: “Birçok şey okuyoruz, izliyoruz, düşünüyoruz ve sanırım tüm bunlar bir yerlerde birikiyor. Bunları sunmaya gelince de elimizdeki yöntem ne ise onun imkânlarından yararlanıyoruz. Görüldüğü gibi, yaratıcılık olayın tümünde var. O dürtü, sizin, etrafınızdaki olayları farklı algılamanızı ve bu algıladıklarınızı öznel süzgecinizden geçirdikten sonra farklı sunmanızı sağlıyor. Sanılanın aksine, yaratıcılık ne yöntemle, ne de sayısalla ilgili bir durum; önemli olan, söyleyecek bir şeylerinizin olması ve bunları uygun bir yorumla anlatmanız...”

© Copyright SELDA SALMAN ACAR
  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Pinterest Social Icon
  • Instagram Social Icon
bottom of page