top of page

ATEŞE UÇAN KELEBEKLER

"Çağdaş toplumların iş hayatı denen cangılında, yavaş yavaş çılgınlığa kayan bir kadının öyküsü. İncelikle anlatılmış, nüanslı bir sanayi toplumu /birey çatışması, görkemli bir kadın portresi. Jessica Lange'e çok benzeyen baş oyuncusu tüm filmi sürüklemeyi başarıyor."

 

Atilla Dorsay

 

 

Toplumun iğdiş edilmiş duyarlılığını sarsmayan hiçbir resim yapmam.”

D. H. Lawrence

 

Selda Salman Acar, yıllardır takip ettiğim önemli fotoğrafçılardan biri. Doğa ve kentleşmenin birbiri ile çekişmesini, bu çekişme içinde insanın yabancılaşma durumunu, bu noktadan yola çıkan insanlık durumlarını anlattığı kavramsal çalışmalarda kendimi bulduğum fotoğrafların sahibi o. Yaklaşık 3 yıldır daha çok sinema ile uğraştığından, büyük bir merakla bu alandaki çalışmalarını bekliyordum. Geçtiğimiz günlerde eşi Erdoğan Acar ile gerçekleştirdiği ilk uzun metrajlı filmleri Ateşe Uçan Kelebekler’i Ankara’da izleme şansım oldu.Başrolünde Çilem Aydın’ın yer aldığı film, İstanbul’da yaşayan Zeynep’in rutin iş yaşamı, bu rutin içindeki yüzeysel ilişkiler nedeni ile insanlardan uzaklaşması, yalnızlığı, içinde yaşadığı çevre ile uzlaşamaması üzerinden yola çıkıp insanın yabancılaşmasını, sistemin dayattığı koşullara teslim olmakla Zeynep’in bu döngüden çıkış noktası arama çabalarını anlatan bir film.

 

Kolay bir film değil; hem ağır ilerliyor, hem de hemen her sahnede kapitalizmden tüketim toplumu eleştirisine, terörden depreme, toplumsal duyarsızlıktan içsel sorgulamalarımıza kadar, pek çok konu ve kavram üzerine mesajlar içeriyor. Yani izlediğiniz sahneleri, düşünsel anlamda, öyle bir çırpıda geçemiyorsunuz. Ancak tüm bunlar o kadar sade ve doğal biçimde anlatılıyor ve izleyici kendine ve kendi içinde yaşadığı durumlara dair öyle çok şey buluyor ki filmde, süresi doksan dakika olmasına rağmen film sona erdiğinde zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Zeynep’in yaşadıkları ya pek çok insanın günlük yaşamında birebir yaşadığı şeyler, ya da empati kurabileceğiniz kadar yaşadıklarınıza yakın şeyler. Filmin ağır olduğu kadar kolayca akması ile, daha bir şeyler olmasını beklerken, filmin kahramanı ile izleyiciyi başbaşa bırakıp sona eriyor film. Kendi adıma şunu eklemeliyim, film boyunca sadece Zeynep’i değil, kendi yaşamımı da izledim; kendi çıkmazlarımı, çelişkilerimi, özlemlerimi ve hayal kırıklıklarımı. Birçok izleyicinin filmi izlerken benimle aynı duyguları yaşadığını düşünüyorum.
 

Zeynep, sabah 8 akşam 5 diye tabir ettiğimiz rutin bir işte çalışıyor. Rutine binen bütün işler gibi zamanla, sorgulamadan, neden yapıldığı bilinmeden sırf birileri daha önce yaptığı için sürdürülen işleri yapıyor o da. Zaman zaman sorgulamak istese de, çevresinin duyarsızlığı ile bu sorgulamalarda yalnız kalıp o da içindeki asi sesleri susturup devam ediyor aynı şeyleri yapmaya. Bu rutinin içinde içindeki sesler, düşler, duygular yavaş yavaş ölüyor. Oysa bu değişmez döngü içinde gidip gelirken, o kısacık ve bir daha asla bulamayacağımız yaşamımız, bir depremde, her gün geçtiğimiz yolda meydana gelen bir terör saldırısında ya da bir trafik kazasında yok olabilir. Çocukluğumuzun düşlerinin hesabını kim verecek? Bedelini kim ödeyecek?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kapitalizmin, kendi yaşamlarına duyarsızlaştırdığı bireyler, toplumsal duyarsızlığı besliyor ve güçlendiriyor. Bugün artık terör nedeni ile ya da savaşta ölenler, televizyondaki gülümseyen bir haber spikerinin ağzından çıkan sayılardan ibaret. Zaten o toplum ölenlerle değil, sıradaki magazin haberine daha duyarlı. Bir televizyon dizisindeki padişahın yatak odası maceraları, hemen yanı başımızdaki bir adaletsizlikten, bir ölümden, bir insanlık dramından, ya da yolda gördüğümüz yaralı bir kediden daha önemli, daha fazla gündemi etkiliyor, daha çok vaktimizi alıyor.

 

Filmde bir tuvalet kağıdı sahnesi vardı ki, toplumsal duyarsızlığa eleştiri getiren en iyi sahnelerden biriydi. Günün büyük bölümünü geçirdikleri iş yerinde anlamsız işlere, adaletsizliklere, yöneticiler tarafından yapılan sosyal tacizlere sesini çıkarmayan insanların, ekonomik önlemler nedeni ile tuvalet kağıdının çift katlı iken tek katlı olmasına gösterdikleri tepki, bu tepkiyi dile getiriş biçimleri ve buna ayırdıkları zaman, hem gülümseten, hem insanın içini acıtan bir sahneydi. O sahnede Zeynep’in yüzünde, yabancılaşma sürecinin en çarpıcı ifadelerinden birine tanık oldum kendi adıma.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Filmde Zeynep’in çocuk halini canladıran Zeynep Öztürk’ü özellikle belirtmem gerek. Filmin en başarılı oyuncularından biriydi bence. Film boyunca sadece bakışları ile sözcüklerin anlatmaya yetmeyeceği şeyleri anlattı. Zeynep Öztürk’ün filmin başarısında önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum.

Zeynep, benzer yaşama sahip olsun olmasın, herkesin yaşamından izler taşıyor. Ancak gülümseten değil de, daha çok rahatsız olduğumuz, değiştirmek istediğimiz yanlarımızı yüzümüze vuruyor. Bu nedenle keyifli vakit geçirmek isteyenler, mutlu sonları sevenler, iyinin kötüyü her zaman yendiği, aşkın tüm dertlere deva geldiği, çıkmazların ve sorunların elbet birgün çözüme ulaştığı bir film bekleyenler izlemesin Ateşe Uçan Kelebekler’i. Cevapları bulacağınız değil, sorularınızı ve içsel sorgulamalarınızı çoğaltan bir film bu.

 

Film, Zeynep’in çıkmazlarını anlatırken doğaya göndermeler yaptığı sahnelerle izleyiciye çıkış noktarına dair bazı ipuçları veriyor. Filme adını veren ve ateşe uçan kelebeklerle Zeynep’in görüntülendiği sahneler, küçük Zeynep’in doğada görüntülendiği sahneler, sokaktaki ve doğadaki canlıların görüntüleri ile bize bazı mesajlar veren sahneler, filmin izleyiciyi bir çıkışın olduğuna dair umutlandıran sahneleri. İzleyici bu sahnelerle filmin o ağırlığından biraz nefes alma şansını yakalıyor. Vahşi doğa fotoğrafçısı Süha Derbent birçok söyleşisinde şu gerçeğin üzerinde durur: “Aradığımız bütün cevaplar doğada var”. Ateşe Uçan Kelebekler’in söyleminde de bu var. Film, doğadan kopuk bir kentleşme sürecinin içinde sürüklenen Zeynep karakteri ile bireysel ve toplumsal duyarsızlığımızı, yabancılaşmayı, çıkmazlarımızı anlatırken, izleyiciyi kendi ile ve içinde yaşadığı toplumla yüzleştiriyor. Çözüme yönelik tek başlangıç noktası olabilir: her bireyin kendisi. Film izleyiciyi çözüm konusunda kendi ile başbaşa bırakırken, ipucunu da veriyor: cevaplar doğada…

 

Şule TÜZÜL

Ateşe Uçan Kelebekler,  Cannes Film festivali için hazırlanan 2013 Türk Sineması Kataloğunda

 

http://www.gezicifestival.org/img/etkinlikler/cannes_2013_features.pdf

 

butterflies flying to fire 

turkey 2012, 96’, colour

 

 

Zeynep lives alone in Istanbul and has a monotonous  life working in an office. The superficiality of relationships around her pushes her deeper into solitude, making it hard to fit in. Zeynep’s loneliness  and introversion feed her imagination to the

point where her dreams sometimes supersede  reality and she’s marginalized in society. Settingout from Zeynep’s inner world

as a woman caught between reality and dreams, nature and the city, love and children, this film explores the bigger issues of hierarchy, authority and modern urban relationships with subtle allusions to war and terrorism. An old woman brought to the city

is convinced that she’s back in the village; Şükran , on the other hand, moved to the city for a better life. And both are living out their destiny in this modern urban world. How will the simple question of a stranger affect Zeynep in her routine life?

 

 

director Selda Salman Acar, Erdoğan Acar

script Selda Salman Acar, Erdoğan Acar

cinematography Selda Salman Acar, Erdoğan Acar

editing Selda Salman Acar, Mustafa Çelik

music Erdoğan Acar

cast Çilem Aydın, Zeynep .ztürk, Ferah Altuntaş

production-distribution Selda Salman Acar

 

Selda Salman Acar

(Kayseri, 1972) studied politics. After six years in the banking sector, she resigned in 2004 to concentrate on photography and filmmaking. She has several photography exhibitions and awards to her name. Her work hasalso earned her the distinction of AFIAP (Artiste de la F.d.ration Internationale de l’Art Photographique).
 

filmography

2009 Varolmanın Dayanılmaz Ağırlığı 

The Unbearable Deadlock of Being (short)

 

Erdoğan Acar
(Tokat, 1972) studied economics.His interests include music, painting, poetry and cinema. His first short film, Fisherman, was screened at the Istanbul Photography and Cinema Amateurs Association (IFSAK) in 2007.
 

filmography

2007 Balıkçı Fisherman (short)

 

© Copyright SELDA SALMAN ACAR
  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Pinterest Social Icon
  • Instagram Social Icon
bottom of page